ANILAR

Tanrım Her Şey Ne Kadar da Mükemmel,

Ne Kadar da Güzel!

Çocukluğum köyde geçti, olabildiğince özgür, olabildiğince doğayla iç içe… Yüksek dağların eteklerinde köy pazarları kurulur, katırlarla yolculuk yapılırdı… Bolu’dan köye gelirken altı yaşında ufacık bir çocuktum, kardeşimle beni katırların heybesinde getirmişlerdi, hatırlıyorum. Okula orada başladım. İğde ağaçları çeltik tarlaları, üzüm bağları, taze nohut tarlaları, kuşlar, kartallar ve sivrisinekler içinde büyüdüm. Gökyüzü gece gündüz görüşüme açıktı: Galaksiler, kayan yıldızlar, yığın yığın bulutlar, rüzgârlar altında doğadan büyülendim.

Köylülerin at üstünde kırmızı duvaklı gelin getirmeleri, kapı önlerinde ölü yıkamaları, ağıt yakmaları, cirit oynamaları, sakin ve yeşil Bolu’dan sonra hayatıma renk kattı. Renkleri köylülerin poşu adını verdikleri bütün renkleri ışıltılar ile yansıtan eşarplarını elime alıp oynayarak tanıdım.

Bu zor ama renkli hayattan sonra Ankara’ya göçtük. 9-10 yaşlarımda, ikiz kardeşim, annem ve ablalarımla. İkinci Dünya Savaşının son yıllarıydı. İlkokul 4 ve 5’i burada okudum.

Lise yıllarımı parasız yatılı olarak Bolu’da geçirdim. Öğretmenlerimin yönlendirmesi ile Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nun resim bölümü sınavını kazanarak dört yıl eğitim gördüm. Mezun olunca ilk tayinim Tekirdağ’a çıktı. Mesleğe alışırken evlilik, çocuklar ve başka şehirlere tayinle zaman gelip geçti. 1970’li yıllarda İstanbul’da dolmuşlarla, otobüslerle, karda kışta görev yaparak 1982 yılında emekli oldum. Kimi süsleme işleriyle kimi özel kurslarda ders vererek epeyce zaman kaybettim.

İlk karma sergim çok sevgili Semra Kut Hanımın açtığı galeride oldu. İstanbul’un bütün galerilerini gezdim dersem yalan olur çünkü İstanbul’da çok galeri vardı ama ben izleyici olarak olabildiğince çoğunu gezdim ve çok öğrendim, çok sevdim. 1991 yılında Taksim Sanat Galerisi’nde ilk kişisel sergimi açtım, sonra aralıklarla on üç özel sergi yaptım.

Günlerimin en güzel anlarını, zamanımın çoğunu resme ayırıyor, olabildiği kadar çalışmak istiyorum.

Resim çalışanlardan bazıları suluboya için en zor teknik derler. Yağlıboya ve akrilik çalışmalarda yanlış bir dokunuş, başka bir dokunuşla üzeri kapatılarak düzeltilebilir. Ancak suluboyada yanlış bir çalışmanın düzelmesi mümkün değildir. Onun için çok sabırlı ve dikkatli çalışmak gerekir.

Doğanın içinde gördüğümüz her şeyin ayrı bir güzelliği vardır; resim yaparken kişi bu güzelliğin ayrıntılarını fark eder, duygulanır ve duygularını kağıda yansıtmak ister. Kimi zaman bir taş, bir yaprak ya da güneş ışığı vurmuş bir duvar sanatçıyı heyecanlandırır. Işık ve gölgesi belirli olan cisimler ya da kişiler ve yerler suluboyanın kendine özgü güzelliklerini ortaya çıkarmak için çok elverişlidir.

Suluboya su ile uyum içinde renklerle dans etmek gibi bir sanattır: Bazen kağıt üzerinde suyun akışı çalışana yeni ilhamlar verir, renk karışımları sürprizler yaratır ama kontrolü elden bırakmamak gerekir… Sanatçı deneyimlerini kullanarak suya yer verirken iç dünyası ile doğanın ve doğadaki her şeyin ne kadar mükemmel olduğunu görerek gördüğünü çalışmasına da aktarabilmek ister. Her sanatçının etkilendiği konular başkadır, kimi sanatçı şehir yaşantılarını çalışmaktan hoşlanırken kimi sanatçı da suları, denizleri, doğal kalmış yerleri çalışmayı tercih ederler. Ben de genellikle denizleri, dağları, uzayıp giden yolları, kuşları ve gökyüzünde renkten renge, şekilden şekile giren, akşam ışıkları ile içime işleyen bulutları çalışmayı çok severim… Kuşlar ve atlar özgürlüğümün simgesidir benim için. Yalnızlık ve yalnızlık içinde görünen muhteşem doğayı çok severim, çocukluğumdan kalma o heyecanı hep yaşarım: Tanrım her şey ne kadar da mükemmel, ne kadar da güzel!

Fikret Tunalı

fazıl hüsnü dağlarca

Hatıra...

Sevgimi unutmak için
Seyrederim bir tabloyu
Bir mermeri
Ki ne kadar dalsa ruhum
Yeniden döner geriye
Okurum düşüne düşüne
Okuduğun şiirleri
Senin düşüncen geçerken
Üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır diye